Çok eski dönemlerden itibaren tarih yazma geleneğini sürdüren Çinliler, gerek kendileri gerekse Orta Asya’da yaşayan diğer kavim ve devletler ile ilgili bilgileri aktarmışlardır. Dolayısıyla Çin kaynakları, yazılı kültürü olmayan toplumların geçmişini aydınlatmada büyük katkıda bulunmuştur.
Çin’in resmi hanedanlık kayıtları olan “24 Tarih”, Han Hanedanlığı’ndan (M.Ö.206-M.S.220) Ming Hanedanlığı’na (M.S.1368-1644) kadar olan geniş bir tarihi dönemi içine almaktadır. Bu kayıtlar, Orta Asya tarihi açısından önem taşımakta, bu alanda yapılacak olan araştırmalara ilk elden kaynak oluşturmaktadır. Ayrıca, bilinen ilk yazılı belgelerimizin Göktürk dönemine ait olduğu düşünüldüğünde, kayıtlarda Türkler ve Türklerden önceki budunlar hakkında bilgilere yer verilmiş olması, bunların Türk tarihi bakımından önemini ortaya koymaktadır. “24 Tarih” sayesinde, az bilinen bir döneme ait yeni bilgiler ortaya çıkmaktadır.
6 Nisan 2016 Çarşamba
3 Nisan 2016 Pazar
Erken Türk Kalıntıları İçin Bir Araştırma: Sincan'ın Tiyan Şan Bölgesindeki Yeni Arkeolojik Keşifler / Dr. Sergei V. Alkin
Doğu Kazakistan ve Rus Altayı ile sınır komşusu olan Doğu Türkistan bölgesinden (Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi) gelen arkeolojik kanıtlar, Orta Asya’daki etno, kültürel gelişmelerin tarihini anlamak için çok önemlidir. Her ne kadar son on yıl içersinde Çinli arkeologlar tarafından geniş ölçekli arkeolojik çalışmalar yapılsa da, Çin’in bu bölümünün antik tarihine dair bilgilerimizde hâlâ önemli boşluklar vardır.
Huno-Sarmat dönemin (M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar) arkeolojik yerleşimlerinin araştırılması ve Türklerin erken tarihine dair çalışmalar, Doğu Türkistan’nın arkeolojisindeki çok önemli, ancak yeteri kadar çalışılmamış sorunları arasındadır. Arkeolojik bakış açısından umut verici en önemli yerlerden birisi, Rus Altayı ve eski Orta Asya Cumhuriyetleri ile sınır komşusu olan ve Sincan’ın kuzeybatısında bulunan Yili Kazak özerk bölgesidir. Bu bölgenin önemi uzun süredir farkedilmiş olsa da, son yıllara kadar 30 yıl önceki Çin kazılarından kalan eski verileri kullanıyorduk (Doğu Türkistanı, 1995: 297-302). Huno Sarmat döneminin yerleşimlerinden gelen arkeolojik veriler ve Göktürk dönemin güvenilir olduğu düşünülen yapıları eksiktir. Buna rağmen, yıldan yıla, bu bölgeden gelen arkeolojik verilerin sayısı artmaktadır; bu sebeble, Tiyan Şan’a yakın bölgelerden gelen birkaç yeni güvenilir bilgi, Sibiryalı arkeologları oldukça ilgilendirmektedir.
Huno-Sarmat dönemin (M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar) arkeolojik yerleşimlerinin araştırılması ve Türklerin erken tarihine dair çalışmalar, Doğu Türkistan’nın arkeolojisindeki çok önemli, ancak yeteri kadar çalışılmamış sorunları arasındadır. Arkeolojik bakış açısından umut verici en önemli yerlerden birisi, Rus Altayı ve eski Orta Asya Cumhuriyetleri ile sınır komşusu olan ve Sincan’ın kuzeybatısında bulunan Yili Kazak özerk bölgesidir. Bu bölgenin önemi uzun süredir farkedilmiş olsa da, son yıllara kadar 30 yıl önceki Çin kazılarından kalan eski verileri kullanıyorduk (Doğu Türkistanı, 1995: 297-302). Huno Sarmat döneminin yerleşimlerinden gelen arkeolojik veriler ve Göktürk dönemin güvenilir olduğu düşünülen yapıları eksiktir. Buna rağmen, yıldan yıla, bu bölgeden gelen arkeolojik verilerin sayısı artmaktadır; bu sebeble, Tiyan Şan’a yakın bölgelerden gelen birkaç yeni güvenilir bilgi, Sibiryalı arkeologları oldukça ilgilendirmektedir.
2 Nisan 2016 Cumartesi
Sincan ve Çin'deki Kazakların Fiziksel Antropolojileri İle İlgili Yeni Veriler / Dr. Gyula Henkey - Izabella Horvath
Yakınlarda, yaşamının en parlak döneminde vefat eden Macar Türkolog Istvan Mandoky Kongur, Moğolistan ve Batı Çin’e göç eden Kazakların, Kazakistan’da kalanlara nazaran eski geleneklerine çok daha güçlü bir şekilde sahip çıktıklarını düşünmekteydi. Atalarından kalan kalıntıların ya da bugün mensubu oldukları halkla fiziksel ya da kültürel benzerlikleri paylaşan halkların izini sürmek için, uzak diyarlara seyahatler yapan, pek çok bilim adamının araştırmalarının temelini bu gözlem oluşturmuştur.
3 Kasım 2014 Pazartesi
Eski Çin Kültürü ve Türkler / Prof. Dr. Wolfram Eberhard
Çin denildiği zaman birçok insan, memleketi düşman taarruzlarından ve dışardan gelen bütün kültür tesirlerinden ayıran Çin seddini hatırlarlar. Çin, bizim için kendi içinde ve kendi kendine tekamül eden kapalı bir kültürün timsalidir. Çin kültürünün bu tasviri artık bugün için doğru değildir. Çin hakkında düşündüklerimiz son on sene zarfında tamamiyle değişmiştir. Bu yazımızın gayesi, Çin hakkındaki yeni ilmi mütalealar üzerinde konuşmak,1 en mühim noktaları tebarüz ettirmek ve bilhassa Çin’in aydınlanması için Türklerin bu sahada oynadıkları rolün ehemmiyeti ile ilgili olan problemleri izah etmektir. Bununla aynı zamanda Türklerin en eski tarihlerine de temas etmek zorunda kalıyoruz. Bunu söylediğim zaman anlaşmazlığa sebebiyet vermemek için biraz izahat vermem lazımdır. Ben Türklerin ilk yurtlarının doğu Asya olduğunu iddia etmek istemiyorum. Fakat bugün Türklerin ve Türklerle akraba kavimlerin, M.Ö. 3. bin yılda, hatta Neolitik devirde Orta Asya’nın Doğu kısımlarında yaşadıkları bir hakikattir. Bu Türkler de tıpkı Türk ırkına mensup diğer kavimlerle Anadolu’da yaşayan ve Asya’nın diğer kısımlarından Anadolu’ya hicret eden Türkler gibi bugünkü Türklerin ecdadlarıdır. Bunların tarih ve kültürlerinin incelenmesi, Türk tarih ve kültürlerinin incelenmesi demektir ve bu ulusal bir ödevdir. Orta Asya’da Türkleri hakkında elde ettiğimiz en eski malumat ve zaten Türkler hakkında mevcut en eski bilgiler Çin kaynaklarından alınabilir. Bunu yapmak bu memlekette Sinolojinin vazifesidir. Bunun nasıl yapıldığından yazımızın sonunda bahsedeceğim.
2 Kasım 2014 Pazar
M.Ö. IX-VII. Yüzyıllarda Sayan-Altay Göçebeleri / Prof. Dr. Leonid Marsadolov
Milattan Önce IX.-VII. yüzyıllarda batıda yani Yakın Doğu’da ve Akdeniz’de, güneydoğuda yani Çin ve Hindistan’da, gelişmiş kölemen devletler ortaya çıkmıştı. Bu ülkelerde ünlü, anonim siyasetçiler, erdemli insanlar ve dini kişilikler yaşamıştır. Bu dönem dünya tarihinin en parlak dönemidir. İncil peygamberleri, Homer, II. Sargon, II. Nebukandenzer ve Midas gibi isimler bu çağa aittir. Yunanistan’da “İlyada” ve “Odesa”, Çin’de “Değişimler Kitabı”, ve Hindistan’da “Vedalar” bu çağda ortaya çıkmıştır.
Aynı dönemde, askeri demokrasi düzeninde yaşayan ve sınıflı toplum düzeninin öncüleri olan başka bir dünya daha vardır: Avrasya’nın bozkırlarında yaşayan göçebelerin dünyası. Bu dönem, Kimmeryalılar, İskitler, Sakalar vb. gibi nispeten daha büyük ve tehlikeli göçebe ittifaklarının oluşumu, yükselişi ve düşüşü çağıdır. Arkeologlar, Avrasya göçebelerinin görkemli anıtlarının çok az kısmını ortaya çıkarmışlardır: Sayan Dağları bölgesinde Arzhan, Kazakistan’da Çilikta ve Beşar, Türkiye’de Gordion, Kuzey Kafkasya’da Kelerme, Bulgaristan’da Pişata Mogila vb.
Aynı dönemde, askeri demokrasi düzeninde yaşayan ve sınıflı toplum düzeninin öncüleri olan başka bir dünya daha vardır: Avrasya’nın bozkırlarında yaşayan göçebelerin dünyası. Bu dönem, Kimmeryalılar, İskitler, Sakalar vb. gibi nispeten daha büyük ve tehlikeli göçebe ittifaklarının oluşumu, yükselişi ve düşüşü çağıdır. Arkeologlar, Avrasya göçebelerinin görkemli anıtlarının çok az kısmını ortaya çıkarmışlardır: Sayan Dağları bölgesinde Arzhan, Kazakistan’da Çilikta ve Beşar, Türkiye’de Gordion, Kuzey Kafkasya’da Kelerme, Bulgaristan’da Pişata Mogila vb.
29 Eylül 2013 Pazar
Tagar Kültürü / Prof. Dr. Nikolai Bokovenko
Orta Asya’nın eski toplumları özgün coğrafi konumlarından dolayı Avrasya bozkırlarındaki Saka tipi kültürlerin oluşumunda önemli yere sahiptir. Bu bölge batıdan Büyük Kazak Bozkırı, kuzeyden geniş Tayga ormanları, doğudan Baykal gölü, güneyden ise Orta Asya çölleriyle çevrilidir. Bol su kaynaklarının, dağların ve çeşitli otların bulunduğu bozkırların bir arada bulunması eski zamanlardan beri insanların dikkatini çekmiştir. Zira, insanlar bu ortamda en verimli üretim şekillerini uygulayabilirlerdi. M.Ö. I. binyılın başlarında son Bronz Dönemi’nin Karasuk kültürünün yerini Tagar kültürü almıştır. Bu kültür Asya’nın merkezinde mevcut olmuş ve doğudan Sayan dağları, batıdan ise Altay dağlarıyla çevrelenmiş Minusinsk-Hakas havzasının bozkırlarını kapsamıştır. Bu nedenle de Tagar kültürü diğer kültürlerden daha az etkilenmiş ve bronz döneminde ortaya çıkmış yerli gelenekler üzerinde gelişmiştir.
20 Temmuz 2013 Cumartesi
İç Asya'da Milattan Önceki Binyılda Türklerin Atalarına Atfedilen Kültürler / Prof. Dr. Emel Esin
Umûmî Mülâhazalar
Türkistan’ın kalbinde, bugünkü Kazakistan’ın başkenti Alma-ata’nın doğusunda, Esik (veya Issık) çayı kıyılarında, M.Ö. V.-IV. yüzyıllardan bir mezarda, Kök-Türk (Göktürk) harflerinin arkaik bir şekli ile, Türkçe sanılan bir yazı bulunmuştur.1 Bu keyfiyet, Türk tarihinin sandığımızdan daha çok kadîm devirlerde başlamış olduğu imkânını ortaya çıkardı. Böylece, Türk kültür tarihinin başlangıcını bulmak için Esik devresine ve Eurasia’da ilk yerleşik kültürlerin bitip, atlı çoban yarı-göçebeleri kültürünün başladığı devir sayılan M.Ö. IX.-VIII. yüzyıllara kadar geri gitmemiz gerekiyor. Fakat derhal itirâf edelim ki, erken devirlerdeki araştırmalarımız şüphelerden ârî kalamayacaktır. Yazılı vesîkalar olmayan mezarlarda, Türklerin atalarını diğer ilk atlı göçebelerden ayırt etmek, antropoloji ışığında dahi kolay değildir, çünkü M.Ö. bin yılda bile, İç Asya göçebeleri birbiri ile çok karışık ırklardan müteşekkil bulunuyorlardı. Bugünkü durumda, antropologlar, arkeologlar ve maddî kültür tarihçileri geniş çizgiler ile şöyle bir levha çizmektedirler.2 Doğu Asya’da bugünkü Moğollar, Tibetliler ve Tunguzlara benzeyen ve bu sebepten Mongoloid diyeceğimiz, kısa boylu, kuvvetli yapılı, kimisi geniş, diğerleri dar yüzlü, ezikçe burunlu, çekik gözlü, az kıllı, köseliğe mütemayil boylar yaşıyordu. Fakat Mongoloidler daha M.Ö.’ki bin yılda, batıda, Kama kıyılarına kadar ilerlemişlerdi (Ananin kültürü mensupları, bkz. Böl. 1/5). En kuzey bölgelerde, bugünkü Eskimolara benzeyen, Mongoloid vechede, fakat Mongoloidlerden daha uzun başlı bir ırk yaşıyordu. Bugünkü Avrupalılara benzedikleri için Europeoid diyeceğimiz, bugünkü Europeoidlerden daha geniş yüzlü, fakat onlar gibi uzun başlı, uzun boylu, sarışın bir ırkın merkezi Sibirya’da Kem (Yenisey) ve Ertiş (İrtiş) ırmakları kıyıları idi. Kem bölgesinde, M.Ö. 2000-1200 yılları arasında uzanan Afanasiev ve Andronov kültürleri bu ırka mensup boylarca vücuda getirilmişti. Bunların daha Mongoloid Doğulu ırklarla karışmasından meydana gelen Karasuk kültürüne (M.Ö. 1200-700) mensup boyların, tarihi Türklerden Kırgız ve Kök-Türklerin ataları arasında olduğu bugün galip gelen görüştür. Kuzeydoğuda, mümâsil, fakat daha geniş başlı bir ırk, Baykal gölü çevresine ve bugünkü Doğu Türkistan ile Çin’in kuzeyine kadar uzanıyordu. Tarihî Türklerden Uygurlar gibi muhtelif boyların bunlardan türediği zannedilmektedir. Doğu bölgesinde Europeoid ırk, daha geniş başlı bir veche alıyor ve Mongoloidler ile karışıyordu. Orta Asya’nın Batı ve güney bölgelerinde ise Sümerlilere ve Dravidoidlere (bugünkü Dravid dillerini konuşanlara) benzeyen ve Moorcrof’ta göre bazısı Mongoloid olan insanlar yaşamakta iken, milattan önceki binyılın başında, İranlı-hindli boyları, Orta Asya’ya yayılmış ve eski milletlerin yerini almışlardı. Bugünkü İranlılara benzedikleri için İranoid diyeceğimiz tipte insanlar, Persepolis kabartmalarında, kısa boylu, badem gözlü, büyük gaga burunlu, çok kıllı, kıvırcık sakallı, ve renkli tasvirlerde ise siyah saçlı olarak gözükmektedir. Tarihî Türk devrinden yanî Türkçe yazıların çıktığı çağlardaki mezarlarda, yukarıda anlatılan tiplerin başlıcalarının, muhtelif derecelerde birbirlerine karışık olarak, temsil edilmekte olduğu, Ginzburg ve Trifonov tarafından ifade edilmektedir.
Orta Asya'nın Tarih Öncesi: Alt, Orta ve Üst Yontma Taş Çağı / Prof. Dr. Leonid B. Vishnyatsky
Coğrafik Sınırlar veYerleşimlerin Dağılımı
Araştırılan bölge; batıda Hazar Denizi’nden doğuda Tiyen-Şan’a, kuzeyde İrtiş Nehri ve Güney Ural yamaçlarından, güneyde Pamirler ve Kopet Dağı’na kadar uzanan alanları kaplamaktadır. Burası, çok değişken doğal iklim koşulların olduğu muazzam bir alandır ve onun farklı bölgeleri, farklı jeolojik ve çevresel tarihlere sahiptir. Genel olarak, Orta Asya’nın Geç Senozoik Dönemi, palinolojik renk skalasında açık bir şekilde gösterilen, iklimin artan kuraklığı ile karakterize edilir. Aynı zamanda, hem Pleistosen hem Holosen devirler, ilk insanlar için yeterince uygun olan nispeten daha nemli dönemlere tanıklık etmişlerdir. Holosen’in varlığı, mağaraları ve açık hava yerleşimlerini, işlik yerleri (değişik süreli ve maksatlı) ve atölyeleri kapsayan birçok Yontma Taş Çağı sitleriyle belgelenmektedir. Bu oluşumların bazıları, sadece tek tip taş aletler verirken, diğerleri ise on binlerce etkili buluntularla bilinirler. Sitlerin çoğu, bölgenin güneydoğusundaki dağlık bölümünde yoğunlaşır (Pamirler ve Tiyen-Şan), fakat aynı zamanda batı ve kuzeydeki çöllük alanlarda da Yontma Taş Çağı sitlerinin kesin izleri vardır. Aşağıda, kısaca çok önemli malzemeleri tanımladım ve bölgenin ilk yerleşimcileri ile onların kültürleri hakkında bize anlatılanları dikkate aldım.
Orta Asya'nın Paleocoğrafik Evrimi ve İnsan Topluluklarına Etkisi / Prof. Dr. Mümin Köksoy
1. Coğrafya ve Habitat
Yerküre; üzerinde yaşamın var olduğu bilinen tek gök cismidir. Uzaydaki başka gök cisimlerinde hayatın var olup olmadığı henüz bilinmiyor. Yerküre; üzerinde barındırdığı canlılara ev sahipliği yapıyor, onlara yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan her türlü ortamı sağlıyor. Canlıların yaşamlarını sürdürdükleri bu doğal ortama “habitat” ismi verilmektedir.
Her canlının yaşamasına elverişli doğal yaşam ortamları (habitatları) vardır. Kendi yaşam ortamında canlılar çoğalırlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Canlılar, yaşam ortamındaki küçük değişimlere, bir miktar değişerek uyum sağlayabilirler. Ortamdaki büyük değişimler ise o türün azalmasına, yok olmasına veya uyum sağlayabileceği yeni ortamlara göç etmelerine sebep olmaktadır.
19 Temmuz 2013 Cuma
Orta Asya'nın En Eski Kültürleri ve Çin Medeniyeti İle İlişkiler / Prof. Dr. Özkan İzgi
Orta Asya’nın En Eski Kültürleri
Asur dilinde "Doğu Ülkesi” anlamındaki "Assu” kelimesinden gelen Asya kıtasını incelediğimizde coğrafi bakımdan iki husus hemen göze çarpmaktadır. Biri suyun bulunduğu bölgelerde ovalar ve dolayısıyla tarım, diğer tarafta, bozkır yahut hayvancılık. Bu iki husus Asya’da yaşayanların uzun zaman yaşam biçimlerini şekillendirmiştir. Yine bu iki önemli unsura dayalı olarak, göçebelik yahut yarı göçebelik ve yerleşiklik unsurları da karşımıza çıkmaktadır.
Çin’in kuzeyinden, batıda Aral Gölü’ne kadar uzanan bölgeyi, yani Kuzey Asya’yı, Proto Türklerle birlikte Ari ve Proto Moğollar paylaşmışlardır. Kaynaklardaki verilerin azlığı, kimin nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı sorularına net bir cevap bulmamıza mani olmaktadır. Ülkemizde hâlâ İskitlerin bir Proto Türk mü yoksa Hind-Avrupa kökenli mi? olduğu tartışmasının sebebi en iyimser bir tahminle, kaynak kıtlığından ileri geldiğine bağlanabilinir. Her ne olursa olsun, bu kavimlerin birbirleriyle olan yakın ilişkileri ve aynı coğrafyayı paylaşma zorunluluğu zamanla hayat tarzlarında değişiklikler yaratmış ve çeşitli bölgelerde kültürler yaratmışlardır.
18 Temmuz 2013 Perşembe
Sümerce İle Türk Dilinin Tarihi İlişkisi / Prof. Dr. Gürer Gülsevin
Sümerce, insanlık tarihinin bugün için bilinen en eski yazı dilidir. Milattan önce üç bin yıllarında güney Mezopotamya’da yüksek kültürleri ile yaşamış olan Sümerler, üçüncü bin yılın sonlarına doğru da tarihî ufuklarımızdan kaybolmuşlardır.
Sümerce ile başka diller arasında akrabalık ve kaynak birliği üzerine pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen, şimdiye kadar bunların hiçbiri ispat edilebilmiş değildir. Önceleri Akatça ile bu dilin akrabalığı düşünülmüş, daha sonra Akatçanın Sami dillerine mensup olduğu anlaşılınca, bu fikir kendiliğinden unutulmuştur. Sümerce ile, (birbirinden tamamen farklı olan) Mısır, Çin, Etrüsk, Ural-Altay, Sami gibi dillerin akrabalığını savunan görüşler de inandırıcı tanıklar ortaya koyamamıştır.
Sümerce ile başka diller arasında akrabalık ve kaynak birliği üzerine pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen, şimdiye kadar bunların hiçbiri ispat edilebilmiş değildir. Önceleri Akatça ile bu dilin akrabalığı düşünülmüş, daha sonra Akatçanın Sami dillerine mensup olduğu anlaşılınca, bu fikir kendiliğinden unutulmuştur. Sümerce ile, (birbirinden tamamen farklı olan) Mısır, Çin, Etrüsk, Ural-Altay, Sami gibi dillerin akrabalığını savunan görüşler de inandırıcı tanıklar ortaya koyamamıştır.
14 Temmuz 2013 Pazar
Mezopotamya ve Anadolu Medeniyetleri İle İlişkiler / Prof. Dr. Hüseyin Sever
Zamanımızdan bir yüzyıl öncesine kadar bütün san’atların Fenikeliler tarafından icat edildiği kanaati hâkimdi. Ayrıca dünyanın yaratılışı hakkındaki bilgiler ve insanlık tarihinin başlangıcı da Fenikeliler vasıtasıyla Yunanlılara geçmiş olduğu söylenmekteydi. Mısır hiyeroglif yazısının ve çivi yazısının çözülmesiyle Fenikelilerin de bu şöhreti sona erdi.
Fransız arkeolog Schaffer’in 1929-1939 yılları arasında Lazkiye’nin 12 km. kuzeyinde ve Hatay’ın 40 km. güneyinde bulunan Ras-Şamra höyüğünde yapmış olduğu kazılarda elde ettiği çiviyazılı (tablet) arşivindeki belgelerin Alman bilgini Hans Bauer tarafından 1930 yılında çözümlenmesi sayesinde aydınlığa kavuşmuştur. Bu belgeler Akadca’nın akrabası ve Sami bir lehçe ile Kenan-Subar-Hurri dillerinde yazılmışlardır. Bu belgeler sayesinde Ras-Şamra höyüğünün M.Ö. 1850 tarihinden beri bilinmekte olan Ugarit limanı olduğu da ortaya çıkmıştır. Çivi yazılı belgelerden öğrenildiğine göre Ugarit limanı, Urfa ile Mardin arasındaki bir yerde ve dili Hurrice olup Mitanni devletine bağlı idi. Ugarit bu devirde en önemli ithalat ve ihracat limanlarından birisi idi. Anadolu’dan ve Kıbrıs’tan ithal edilen, kereste, at ve boya çeşitlerinin buradan, Haleb’e, güney Fenike limanlarına ve Mısır’a sevk edildikleri bilinmektedir.1
Fransız arkeolog Schaffer’in 1929-1939 yılları arasında Lazkiye’nin 12 km. kuzeyinde ve Hatay’ın 40 km. güneyinde bulunan Ras-Şamra höyüğünde yapmış olduğu kazılarda elde ettiği çiviyazılı (tablet) arşivindeki belgelerin Alman bilgini Hans Bauer tarafından 1930 yılında çözümlenmesi sayesinde aydınlığa kavuşmuştur. Bu belgeler Akadca’nın akrabası ve Sami bir lehçe ile Kenan-Subar-Hurri dillerinde yazılmışlardır. Bu belgeler sayesinde Ras-Şamra höyüğünün M.Ö. 1850 tarihinden beri bilinmekte olan Ugarit limanı olduğu da ortaya çıkmıştır. Çivi yazılı belgelerden öğrenildiğine göre Ugarit limanı, Urfa ile Mardin arasındaki bir yerde ve dili Hurrice olup Mitanni devletine bağlı idi. Ugarit bu devirde en önemli ithalat ve ihracat limanlarından birisi idi. Anadolu’dan ve Kıbrıs’tan ithal edilen, kereste, at ve boya çeşitlerinin buradan, Haleb’e, güney Fenike limanlarına ve Mısır’a sevk edildikleri bilinmektedir.1
Ortadoğu'da Türklerin Varlığı Tartışmaları / Prof. Dr. Ekrem Memiş
Batılıların bugün “Orta Doğu” adını verdikleri bölge, eskiden “Yakın Doğu” adıyla anılıyordu. Zaman zaman “Eski Doğu” ya da “Eski Ön Asya” olarak da anılan bölge, dünya tarihinin en eski medeniyetlerine sahne olmuştur.
Bu medeniyetler; Mısır, Mezopotamya ve Anadolu medeniyetleridir. Bir başka ifade ile dünyanın en eski medeniyetleri, Orta Doğu toprakları üzerinde kurulmuştur.
Şimdi, bu medeniyetlere sahne olan bölgelerin jeopolitik özellikleri hakkında ana hatlarıyla bilgi verecek, ardından da söz konusu bölgelerin eskiçağlardaki durumunu, belgelerin ışığında gözler önüne sereceğiz. Bu arada Eski Çağ Orta Doğu’sundaki Türk varlığını da tartışmaya açacağız.
Bu medeniyetler; Mısır, Mezopotamya ve Anadolu medeniyetleridir. Bir başka ifade ile dünyanın en eski medeniyetleri, Orta Doğu toprakları üzerinde kurulmuştur.
Şimdi, bu medeniyetlere sahne olan bölgelerin jeopolitik özellikleri hakkında ana hatlarıyla bilgi verecek, ardından da söz konusu bölgelerin eskiçağlardaki durumunu, belgelerin ışığında gözler önüne sereceğiz. Bu arada Eski Çağ Orta Doğu’sundaki Türk varlığını da tartışmaya açacağız.
Hititler Türk Müdür, Değil Midir? / Ord. Prof. Dr. Sedat Alp
Etnik bakımdan bir mozaik tablosu oluşturmuş olan eski Anadolu halkları arasında Hititlerin çok önemli bir yeri vardır. Onlar, yalnız bin yıllık bir süper güç olmakla kalmamış, uygarlık bakımından da birçok konularda dünyaya örnek olmuşlardır.
Eski Anadolu’da en yaygın bir biçimde konuşulmuş olan ve aynı zamanda en uzun süre yaşamış olan dil, Hititçenin çok yakın akrabası olan Luwi dilidir. Bu dile ait örnekler, bir yanda çivi yazılı tabletlerde diğer yanda Hiyeroglif yazılı anıtlarda ele geçmiştir: Luwi diliyle ilgili yazıtların incelenmesi sonucunda önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Birçok Türk aydınının merakla sorduğu Hititler Türk müdür değil midir sorusunu yanıtlamadan önce dil konusunda bazı temel bilgilerden söz edeceğim. Dünyada yaşamış ve yaşamını sürdüren diller iki büyük gruba ayrılmaktadır. Birinci grup flektif diller, ikinci grup aglütinant diller. Türkçe’nin mensup olduğu Ural Altaik diller, ikinci gruptandır. Bu dillerde sözün özü değişmez kalır.
Eski Anadolu’da en yaygın bir biçimde konuşulmuş olan ve aynı zamanda en uzun süre yaşamış olan dil, Hititçenin çok yakın akrabası olan Luwi dilidir. Bu dile ait örnekler, bir yanda çivi yazılı tabletlerde diğer yanda Hiyeroglif yazılı anıtlarda ele geçmiştir: Luwi diliyle ilgili yazıtların incelenmesi sonucunda önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Birçok Türk aydınının merakla sorduğu Hititler Türk müdür değil midir sorusunu yanıtlamadan önce dil konusunda bazı temel bilgilerden söz edeceğim. Dünyada yaşamış ve yaşamını sürdüren diller iki büyük gruba ayrılmaktadır. Birinci grup flektif diller, ikinci grup aglütinant diller. Türkçe’nin mensup olduğu Ural Altaik diller, ikinci gruptandır. Bu dillerde sözün özü değişmez kalır.
16 Mart 2013 Cumartesi
Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz'in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya'daki Eski Türkler / Prof. Dr. Mir Fatih Zekiyev
Geleneksel Türkolojide eski Türkilerin yerleşim alanı sadece Orta Asya ve Altay bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Daha önceleri güya sadece İrani dilli kavimlerin yaşadığı Orta, Ön ve Küçük Asya, Kafkas, Karadeniz’in kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya bölgelerine ilk Türkiler milattan sonra IV-XI. yüzyılları arasında geldikleri sanılmaktadır. Bu makalede somut verilere dayanılarak eski Türki dilli yerleşim alanların sözkonusu bölgelerde de mevcut olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.
15 Mart 2013 Cuma
Türk Tarih Tezleri / Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan
Cumhuriyet Devri
Atatürk, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması için direktif verdiğinde (1932) şu hususların üzerinde durulmasını istemişti:11- Türklerin İslamiyet sonrasındaki tarihleri bir hayli araştırılmış ve okutulmuş olmasına rağmen, daha önceki devirlerin tarihi karanlıkta kalmıştır. Ağırlık bu çağlar üzerinde olmalıdır;
2- Türklerin medeniyete katkılarını Batı inkâr etmiş, Türklerin imajını daha çok savaşçı ve hatta "barbar” olarak işlemiştir. İlk medeniyetlerde (Sümer, Elam, Etrüsk gibi) ve İslâm Medeniyetinde ise Semitik ve Aryen (Hint-Avrupa) kavimlerine pay verilmiş, Türkler yok farz edilmiştir. Türklerin o çağlardaki rolü de belirtilmelidir;
3- Türklerin anayurdunun Orta Asya olduğu ve o coğrafyada bugün de Türklerin yaşadığı anlatılmalıdır;
4- Türklerin ırkî yapıları ve brakisefal kafatasının özellik olarak önemi:2
1 Şubat 2013 Cuma
İç Avrasya ve Türkçe Konuşan Halkların Tarihleri / Doç. Dr. David Christian
Türkçe konuşan halkların tarihi Moğolistan’dan Akdeniz’e uzanan geniş bir bölgede oluşmuştur.1 Bu geniş doğal ortamın ekolojisi ve coğrafyası Türk tarihini nasıl şekillendirmiştir?
Bu makalede, Türkçe konuşan halkların siyasi tarihlerinin önemli genel özelliklerini aydınlatmak için bu toprakları tanımlama konusunda bir yol önereceğim. Bu tarihin önemli bir bölümü büyük Avrasya kara parçasının "İç Avrasya” ve "Dış Avrasya” olarak isimlendirdiğim iki belirli bölgesinde yaşanmıştır. Birçok farklı Türkçe konuşan halkın tarihi İç Asya ve Dış Asya’nın belirgin doğalarıyla ve bu iki bölge arasındaki sınır toprakları arasında yaşamanın tarihi deneyimiyle şekillenmiştir. Tabii ki, bu oldukça basitleştirilmiş bir modeldir. Ancak bir karikatür unsuru taşısa da, bu yaklaşık iki bin yıllık Türk tarihinin uzun dönemdeki görünümü konusunda yararlı bir düşünce şekli olabilir.
Bu makalede, Türkçe konuşan halkların siyasi tarihlerinin önemli genel özelliklerini aydınlatmak için bu toprakları tanımlama konusunda bir yol önereceğim. Bu tarihin önemli bir bölümü büyük Avrasya kara parçasının "İç Avrasya” ve "Dış Avrasya” olarak isimlendirdiğim iki belirli bölgesinde yaşanmıştır. Birçok farklı Türkçe konuşan halkın tarihi İç Asya ve Dış Asya’nın belirgin doğalarıyla ve bu iki bölge arasındaki sınır toprakları arasında yaşamanın tarihi deneyimiyle şekillenmiştir. Tabii ki, bu oldukça basitleştirilmiş bir modeldir. Ancak bir karikatür unsuru taşısa da, bu yaklaşık iki bin yıllık Türk tarihinin uzun dönemdeki görünümü konusunda yararlı bir düşünce şekli olabilir.
17 Kasım 2012 Cumartesi
Ural-Altay ve Altay Dil Teorisi / Doç. Dr. Emine Yılmaz - Doç. Dr. Nurettin Demir
Giriş
Türkçenin hangi dillerle akraba olabileceği meselesi bilim adamlarını uzun zamandır meşgul etmektedir. Bu süre içerisinde, Türkçenin hiç bir dille akrabalığı olmadığı görüşünden, bazı kızılderili dilleri, Sümerce, Etrüskçe, Hint-Avrupa gibi dillerle akraba olabileceği ve hatta bütün dillerin Türkçeden kaynaklandığına varıncaya dek pek çok farklı görüş ileri sürülmüştür. Bunların en fazla üzerinde durulan ve kabul göreni Türkçeyi önce Ural-Altay ve daha sonra Altay dil ailesi içinde ele alan görüştür. Aşağıda son sözü edilen dil aileleriyle ilgili tartışmalar kısaca ele alınacaktır.14 Kasım 2012 Çarşamba
Ortaçağ Orta Asyası'nda Türkistan ve Turan / Yrd. Doç. Dr. Scott Levi
Orta Asya tabiri bugün, (batı Çin’in Doğu Türkistan bölgesi ile Kuzey Afganistan’ın büyük bir kısmı ve Güney Sibirya’nın genişçe bir bölümü), genel olarak eski Sovyet cumhuriyetlerinden olan Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ın oluşturduğu bölgeyi belirtmek için kullanılmaktadır. Bu genel, hatta gündelik tabir özellikle 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve yukarıda adı geçen Müslüman cumhuriyetlerin de buna bağlı olarak elde ettikleri bağımsızlıktan bu yana geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilme avantajı sağlamaktadır. Orta Asya tabiri "Doğu Asya”, "Güney Asya”, ve "Batı Asya” gibi başka tanıdık modern coğrafi tanımlar bağlamında bölgeyi yerleştirme avantajını da beraberinde getirmekte. Ne var ki, en azından tarihi tartışmalar açısından, Orta Asya’nın modern jeopolitik bir kavram haline getirilmesi çeşitli olumsuzluklar içermiyor da değildir. Bugün kullanıldığı şekliyle, bu tabir 1920’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin ‘cumhuriyetlerin büyük sınırlandırılması’ süresi boyunca bölgede belirlenmiş olan sınırlarla çepeçevre sarılmış alana da işaret etmektedir ve bölgenin eski kültürel ve siyasi sınırlarını artık yansıtmamaktadır. Bu şekilde, tarihi tartışmalardaki kesinliğini son derece dikkat çekici bir biçimde koparıp atan modern siyasi, kültürel ve coğrafi imaları gündeme getirmektedir.
8 Kasım 2012 Perşembe
Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!
Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.
Atadan kalma tohumlarımız;
* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır
Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.
TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,
* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...
Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php
EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40
www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


















