Orta Asya'nın En Eski Kültürleri / Çin Medeniyeti İle İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orta Asya'nın En Eski Kültürleri / Çin Medeniyeti İle İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2016 Çarşamba

Çin'in Resmi Hanedanlık Kayıtlarında Türk Kavimlerine Ait Monografiler / Prof. Dr. Dr. Sema Orsoy

Çok eski dönemlerden itibaren tarih yazma geleneğini sürdüren Çinliler, gerek kendileri gerekse Orta Asya’da yaşayan diğer kavim ve devletler ile ilgili bilgileri aktarmışlardır. Dolayısıyla Çin kaynakları, yazılı kültürü olmayan toplumların geçmişini aydınlatmada büyük katkıda bulunmuştur.

Çin’in resmi hanedanlık kayıtları olan “24 Tarih”, Han Hanedanlığı’ndan (M.Ö.206-M.S.220) Ming Hanedanlığı’na (M.S.1368-1644) kadar olan geniş bir tarihi dönemi içine almaktadır. Bu kayıtlar, Orta Asya tarihi açısından önem taşımakta, bu alanda yapılacak olan araştırmalara ilk elden kaynak oluşturmaktadır. Ayrıca, bilinen ilk yazılı belgelerimizin Göktürk dönemine ait olduğu düşünüldüğünde, kayıtlarda Türkler ve Türklerden önceki budunlar hakkında bilgilere yer verilmiş olması, bunların Türk tarihi bakımından önemini ortaya koymaktadır. “24 Tarih” sayesinde, az bilinen bir döneme ait yeni bilgiler ortaya çıkmaktadır.

3 Nisan 2016 Pazar

Erken Türk Kalıntıları İçin Bir Araştırma: Sincan'ın Tiyan Şan Bölgesindeki Yeni Arkeolojik Keşifler / Dr. Sergei V. Alkin

Doğu Kazakistan ve Rus Altayı ile sınır komşusu olan Doğu Türkistan bölgesinden (Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi) gelen arkeolojik kanıtlar, Orta Asya’daki etno, kültürel gelişmelerin tarihini anlamak için çok önemlidir. Her ne kadar son on yıl içersinde Çinli arkeologlar tarafından geniş ölçekli arkeolojik çalışmalar yapılsa da, Çin’in bu bölümünün antik tarihine dair bilgilerimizde hâlâ önemli boşluklar vardır.

Huno-Sarmat dönemin (M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar) arkeolojik yerleşimlerinin araştırılması ve Türklerin erken tarihine dair çalışmalar, Doğu Türkistan’nın arkeolojisindeki çok önemli, ancak yeteri kadar çalışılmamış sorunları arasındadır. Arkeolojik bakış açısından umut verici en önemli yerlerden birisi, Rus Altayı ve eski Orta Asya Cumhuriyetleri ile sınır komşusu olan ve Sincan’ın kuzeybatısında bulunan Yili Kazak özerk bölgesidir. Bu bölgenin önemi uzun süredir farkedilmiş olsa da, son yıllara kadar 30 yıl önceki Çin kazılarından kalan eski verileri kullanıyorduk (Doğu Türkistanı, 1995: 297-302). Huno Sarmat döneminin yerleşimlerinden gelen arkeolojik veriler ve Göktürk dönemin güvenilir olduğu düşünülen yapıları eksiktir. Buna rağmen, yıldan yıla, bu bölgeden gelen arkeolojik verilerin sayısı artmaktadır; bu sebeble, Tiyan Şan’a yakın bölgelerden gelen birkaç yeni güvenilir bilgi, Sibiryalı arkeologları oldukça ilgilendirmektedir.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Sincan ve Çin'deki Kazakların Fiziksel Antropolojileri İle İlgili Yeni Veriler / Dr. Gyula Henkey - Izabella Horvath

Yakınlarda, yaşamının en parlak döneminde vefat eden Macar Türkolog Istvan Mandoky Kongur, Moğolistan ve Batı Çin’e göç eden Kazakların, Kazakistan’da kalanlara nazaran eski geleneklerine çok daha güçlü bir şekilde sahip çıktıklarını düşünmekteydi. Atalarından kalan kalıntıların ya da bugün mensubu oldukları halkla fiziksel ya da kültürel benzerlikleri paylaşan halkların izini sürmek için, uzak diyarlara seyahatler yapan, pek çok bilim adamının araştırmalarının temelini bu gözlem oluşturmuştur.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Eski Çin Kültürü ve Türkler / Prof. Dr. Wolfram Eberhard

Çin denildiği zaman birçok insan, memleketi düşman taarruzlarından ve dışardan gelen bütün kültür tesirlerinden ayıran Çin seddini hatırlarlar. Çin, bizim için kendi içinde ve kendi kendine tekamül eden kapalı bir kültürün timsalidir. Çin kültürünün bu tasviri artık bugün için doğru değildir. Çin hakkında düşündüklerimiz son on sene zarfında tamamiyle değişmiştir. Bu yazımızın gayesi, Çin hakkındaki yeni ilmi mütalealar üzerinde konuşmak,1 en mühim noktaları tebarüz ettirmek ve bilhassa Çin’in aydınlanması için Türklerin bu sahada oynadıkları rolün ehemmiyeti ile ilgili olan problemleri izah etmektir. Bununla aynı zamanda Türklerin en eski tarihlerine de temas etmek zorunda kalıyoruz. Bunu söylediğim zaman anlaşmazlığa sebebiyet vermemek için biraz izahat vermem lazımdır. Ben Türklerin ilk yurtlarının doğu Asya olduğunu iddia etmek istemiyorum. Fakat bugün Türklerin ve Türklerle akraba kavimlerin, M.Ö. 3. bin yılda, hatta Neolitik devirde Orta Asya’nın Doğu kısımlarında yaşadıkları bir hakikattir. Bu Türkler de tıpkı Türk ırkına mensup diğer kavimlerle Anadolu’da yaşayan ve Asya’nın diğer kısımlarından Anadolu’ya hicret eden Türkler gibi bugünkü Türklerin ecdadlarıdır. Bunların tarih ve kültürlerinin incelenmesi, Türk tarih ve kültürlerinin incelenmesi demektir ve bu ulusal bir ödevdir. Orta Asya’da Türkleri hakkında elde ettiğimiz en eski malumat ve zaten Türkler hakkında mevcut en eski bilgiler Çin kaynaklarından alınabilir. Bunu yapmak bu memlekette Sinolojinin vazifesidir. Bunun nasıl yapıldığından yazımızın sonunda bahsedeceğim.

2 Kasım 2014 Pazar

M.Ö. IX-VII. Yüzyıllarda Sayan-Altay Göçebeleri / Prof. Dr. Leonid Marsadolov

Milattan Önce IX.-VII. yüzyıllarda batıda yani Yakın Doğu’da ve Akdeniz’de, güneydoğuda yani Çin ve Hindistan’da, gelişmiş kölemen devletler ortaya çıkmıştı. Bu ülkelerde ünlü, anonim siyasetçiler, erdemli insanlar ve dini kişilikler yaşamıştır. Bu dönem dünya tarihinin en parlak dönemidir. İncil peygamberleri, Homer, II. Sargon, II. Nebukandenzer ve Midas gibi isimler bu çağa aittir. Yunanistan’da “İlyada” ve “Odesa”, Çin’de “Değişimler Kitabı”, ve Hindistan’da “Vedalar” bu çağda ortaya çıkmıştır.

Aynı dönemde, askeri demokrasi düzeninde yaşayan ve sınıflı toplum düzeninin öncüleri olan başka bir dünya daha vardır: Avrasya’nın bozkırlarında yaşayan göçebelerin dünyası. Bu dönem, Kimmeryalılar, İskitler, Sakalar vb. gibi nispeten daha büyük ve tehlikeli göçebe ittifaklarının oluşumu, yükselişi ve düşüşü çağıdır. Arkeologlar, Avrasya göçebelerinin görkemli anıtlarının çok az kısmını ortaya çıkarmışlardır: Sayan Dağları bölgesinde Arzhan, Kazakistan’da Çilikta ve Beşar, Türkiye’de Gordion, Kuzey Kafkasya’da Kelerme, Bulgaristan’da Pişata Mogila vb.

29 Eylül 2013 Pazar

Tagar Kültürü / Prof. Dr. Nikolai Bokovenko

Orta Asya’nın eski toplumları özgün coğrafi konumlarından dolayı Avrasya bozkırlarındaki Saka tipi kültürlerin oluşumunda önemli yere sahiptir. Bu bölge batıdan Büyük Kazak Bozkırı, kuzeyden geniş Tayga ormanları, doğudan Baykal gölü, güneyden ise Orta Asya çölleriyle çevrilidir. Bol su kaynaklarının, dağların ve çeşitli otların bulunduğu bozkırların bir arada bulunması eski zamanlardan beri insanların dikkatini çekmiştir. Zira, insanlar bu ortamda en verimli üretim şekillerini uygulayabilirlerdi. M.Ö. I. binyılın başlarında son Bronz Dönemi’nin Karasuk kültürünün yerini Tagar kültürü almıştır. Bu kültür Asya’nın merkezinde mevcut olmuş ve doğudan Sayan dağları, batıdan ise Altay dağlarıyla çevrelenmiş Minusinsk-Hakas havzasının bozkırlarını kapsamıştır. Bu nedenle de Tagar kültürü diğer kültürlerden daha az etkilenmiş ve bronz döneminde ortaya çıkmış yerli gelenekler üzerinde gelişmiştir.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

İç Asya'da Milattan Önceki Binyılda Türklerin Atalarına Atfedilen Kültürler / Prof. Dr. Emel Esin

Umûmî Mülâhazalar


Türkistan’ın kalbinde, bugünkü Kazakistan’ın başkenti Alma-ata’nın doğusunda, Esik (veya Issık) çayı kıyılarında, M.Ö. V.-IV. yüzyıllardan bir mezarda, Kök-Türk (Göktürk) harflerinin arkaik bir şekli ile, Türkçe sanılan bir yazı bulunmuştur.1 Bu keyfiyet, Türk tarihinin sandığımızdan daha çok kadîm devirlerde başlamış olduğu imkânını ortaya çıkardı. Böylece, Türk kültür tarihinin başlangıcını bulmak için Esik devresine ve Eurasia’da ilk yerleşik kültürlerin bitip, atlı çoban yarı-göçebeleri kültürünün başladığı devir sayılan M.Ö. IX.-VIII. yüzyıllara kadar geri gitmemiz gerekiyor. Fakat derhal itirâf edelim ki, erken devirlerdeki araştırmalarımız şüphelerden ârî kalamayacaktır. Yazılı vesîkalar olmayan mezarlarda, Türklerin atalarını diğer ilk atlı göçebelerden ayırt etmek, antropoloji ışığında dahi kolay değildir, çünkü M.Ö. bin yılda bile, İç Asya göçebeleri birbiri ile çok karışık ırklardan müteşekkil bulunuyorlardı. Bugünkü durumda, antropologlar, arkeologlar ve maddî kültür tarihçileri geniş çizgiler ile şöyle bir levha çizmektedirler.2 Doğu Asya’da bugünkü Moğollar, Tibetliler ve Tunguzlara benzeyen ve bu sebepten Mongoloid diyeceğimiz, kısa boylu, kuvvetli yapılı, kimisi geniş, diğerleri dar yüzlü, ezikçe burunlu, çekik gözlü, az kıllı, köseliğe mütemayil boylar yaşıyordu. Fakat Mongoloidler daha M.Ö.’ki bin yılda, batıda, Kama kıyılarına kadar ilerlemişlerdi (Ananin kültürü mensupları, bkz. Böl. 1/5). En kuzey bölgelerde, bugünkü Eskimolara benzeyen, Mongoloid vechede, fakat Mongoloidlerden daha uzun başlı bir ırk yaşıyordu. Bugünkü Avrupalılara benzedikleri için Europeoid diyeceğimiz, bugünkü Europeoidlerden daha geniş yüzlü, fakat onlar gibi uzun başlı, uzun boylu, sarışın bir ırkın merkezi Sibirya’da Kem (Yenisey) ve Ertiş (İrtiş) ırmakları kıyıları idi. Kem bölgesinde, M.Ö. 2000-1200 yılları arasında uzanan Afanasiev ve Andronov kültürleri bu ırka mensup boylarca vücuda getirilmişti. Bunların daha Mongoloid Doğulu ırklarla karışmasından meydana gelen Karasuk kültürüne (M.Ö. 1200-700) mensup boyların, tarihi Türklerden Kırgız ve Kök-Türklerin ataları arasında olduğu bugün galip gelen görüştür. Kuzeydoğuda, mümâsil, fakat daha geniş başlı bir ırk, Baykal gölü çevresine ve bugünkü Doğu Türkistan ile Çin’in kuzeyine kadar uzanıyordu. Tarihî Türklerden Uygurlar gibi muhtelif boyların bunlardan türediği zannedilmektedir. Doğu bölgesinde Europeoid ırk, daha geniş başlı bir veche alıyor ve Mongoloidler ile karışıyordu. Orta Asya’nın Batı ve güney bölgelerinde ise Sümerlilere ve Dravidoidlere (bugünkü Dravid dillerini konuşanlara) benzeyen ve Moorcrof’ta göre bazısı Mongoloid olan insanlar yaşamakta iken, milattan önceki binyılın başında, İranlı-hindli boyları, Orta Asya’ya yayılmış ve eski milletlerin yerini almışlardı. Bugünkü İranlılara benzedikleri için İranoid diyeceğimiz tipte insanlar, Persepolis kabartmalarında, kısa boylu, badem gözlü, büyük gaga burunlu, çok kıllı, kıvırcık sakallı, ve renkli tasvirlerde ise siyah saçlı olarak gözükmektedir. Tarihî Türk devrinden yanî Türkçe yazıların çıktığı çağlardaki mezarlarda, yukarıda anlatılan tiplerin başlıcalarının, muhtelif derecelerde birbirlerine karışık olarak, temsil edilmekte olduğu, Ginzburg ve Trifonov tarafından ifade edilmektedir.

Orta Asya'nın Tarih Öncesi: Alt, Orta ve Üst Yontma Taş Çağı / Prof. Dr. Leonid B. Vishnyatsky

Coğrafik Sınırlar veYerleşimlerin Dağılımı


Araştırılan bölge; batıda Hazar Denizi’nden doğuda Tiyen-Şan’a, kuzeyde İrtiş Nehri ve Güney Ural yamaçlarından, güneyde Pamirler ve Kopet Dağı’na kadar uzanan alanları kaplamaktadır. Burası, çok değişken doğal iklim koşulların olduğu muazzam bir alandır ve onun farklı bölgeleri, farklı jeolojik ve çevresel tarihlere sahiptir. Genel olarak, Orta Asya’nın Geç Senozoik Dönemi, palinolojik renk skalasında açık bir şekilde gösterilen, iklimin artan kuraklığı ile karakterize edilir. Aynı zamanda, hem Pleistosen hem Holosen devirler, ilk insanlar için yeterince uygun olan nispeten daha nemli dönemlere tanıklık etmişlerdir. Holosen’in varlığı, mağaraları ve açık hava yerleşimlerini, işlik yerleri (değişik süreli ve maksatlı) ve atölyeleri kapsayan birçok Yontma Taş Çağı sitleriyle belgelenmektedir. Bu oluşumların bazıları, sadece tek tip taş aletler verirken, diğerleri ise on binlerce etkili buluntularla bilinirler. Sitlerin çoğu, bölgenin güneydoğusundaki dağlık bölümünde yoğunlaşır (Pamirler ve Tiyen-Şan), fakat aynı zamanda batı ve kuzeydeki çöllük alanlarda da Yontma Taş Çağı sitlerinin kesin izleri vardır. Aşağıda, kısaca çok önemli malzemeleri tanımladım ve bölgenin ilk yerleşimcileri ile onların kültürleri hakkında bize anlatılanları dikkate aldım.

Orta Asya'nın Paleocoğrafik Evrimi ve İnsan Topluluklarına Etkisi / Prof. Dr. Mümin Köksoy

1. Coğrafya ve Habitat


Yerküre; üzerinde yaşamın var olduğu bilinen tek gök cismidir. Uzaydaki başka gök cisimlerinde hayatın var olup olmadığı henüz bilinmiyor. Yerküre; üzerinde barındırdığı canlılara ev sahipliği yapıyor, onlara yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan her türlü ortamı sağlıyor. Canlıların yaşamlarını sürdürdükleri bu doğal ortama “habitat” ismi verilmektedir.

Her canlının yaşamasına elverişli doğal yaşam ortamları (habitatları) vardır. Kendi yaşam ortamında canlılar çoğalırlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Canlılar, yaşam ortamındaki küçük değişimlere, bir miktar değişerek uyum sağlayabilirler. Ortamdaki büyük değişimler ise o türün azalmasına, yok olmasına veya uyum sağlayabileceği yeni ortamlara göç etmelerine sebep olmaktadır.

19 Temmuz 2013 Cuma

Orta Asya'nın En Eski Kültürleri ve Çin Medeniyeti İle İlişkiler / Prof. Dr. Özkan İzgi

Orta Asya’nın En Eski Kültürleri


Asur dilinde "Doğu Ülkesi” anlamındaki "Assu” kelimesinden gelen Asya kıtasını incelediğimizde coğrafi bakımdan iki husus hemen göze çarpmaktadır. Biri suyun bulunduğu bölgelerde ovalar ve dolayısıyla tarım, diğer tarafta, bozkır yahut hayvancılık. Bu iki husus Asya’da yaşayanların uzun zaman yaşam biçimlerini şekillendirmiştir. Yine bu iki önemli unsura dayalı olarak, göçebelik yahut yarı göçebelik ve yerleşiklik unsurları da karşımıza çıkmaktadır.

Çin’in kuzeyinden, batıda Aral Gölü’ne kadar uzanan bölgeyi, yani Kuzey Asya’yı, Proto Türklerle birlikte Ari ve Proto Moğollar paylaşmışlardır. Kaynaklardaki verilerin azlığı, kimin nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı sorularına net bir cevap bulmamıza mani olmaktadır. Ülkemizde hâlâ İskitlerin bir Proto Türk mü yoksa Hind-Avrupa kökenli mi? olduğu tartışmasının sebebi en iyimser bir tahminle, kaynak kıtlığından ileri geldiğine bağlanabilinir. Her ne olursa olsun, bu kavimlerin birbirleriyle olan yakın ilişkileri ve aynı coğrafyayı paylaşma zorunluluğu zamanla hayat tarzlarında değişiklikler yaratmış ve çeşitli bölgelerde kültürler yaratmışlardır.