20 Temmuz 2013 Cumartesi

Orta Asya'nın Tarih Öncesi: Alt, Orta ve Üst Yontma Taş Çağı / Prof. Dr. Leonid B. Vishnyatsky

Coğrafik Sınırlar veYerleşimlerin Dağılımı


Araştırılan bölge; batıda Hazar Denizi’nden doğuda Tiyen-Şan’a, kuzeyde İrtiş Nehri ve Güney Ural yamaçlarından, güneyde Pamirler ve Kopet Dağı’na kadar uzanan alanları kaplamaktadır. Burası, çok değişken doğal iklim koşulların olduğu muazzam bir alandır ve onun farklı bölgeleri, farklı jeolojik ve çevresel tarihlere sahiptir. Genel olarak, Orta Asya’nın Geç Senozoik Dönemi, palinolojik renk skalasında açık bir şekilde gösterilen, iklimin artan kuraklığı ile karakterize edilir. Aynı zamanda, hem Pleistosen hem Holosen devirler, ilk insanlar için yeterince uygun olan nispeten daha nemli dönemlere tanıklık etmişlerdir. Holosen’in varlığı, mağaraları ve açık hava yerleşimlerini, işlik yerleri (değişik süreli ve maksatlı) ve atölyeleri kapsayan birçok Yontma Taş Çağı sitleriyle belgelenmektedir. Bu oluşumların bazıları, sadece tek tip taş aletler verirken, diğerleri ise on binlerce etkili buluntularla bilinirler. Sitlerin çoğu, bölgenin güneydoğusundaki dağlık bölümünde yoğunlaşır (Pamirler ve Tiyen-Şan), fakat aynı zamanda batı ve kuzeydeki çöllük alanlarda da Yontma Taş Çağı sitlerinin kesin izleri vardır. Aşağıda, kısaca çok önemli malzemeleri tanımladım ve bölgenin ilk yerleşimcileri ile onların kültürleri hakkında bize anlatılanları dikkate aldım.

Orta Asya'nın Paleocoğrafik Evrimi ve İnsan Topluluklarına Etkisi / Prof. Dr. Mümin Köksoy

1. Coğrafya ve Habitat


Yerküre; üzerinde yaşamın var olduğu bilinen tek gök cismidir. Uzaydaki başka gök cisimlerinde hayatın var olup olmadığı henüz bilinmiyor. Yerküre; üzerinde barındırdığı canlılara ev sahipliği yapıyor, onlara yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan her türlü ortamı sağlıyor. Canlıların yaşamlarını sürdürdükleri bu doğal ortama “habitat” ismi verilmektedir.

Her canlının yaşamasına elverişli doğal yaşam ortamları (habitatları) vardır. Kendi yaşam ortamında canlılar çoğalırlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Canlılar, yaşam ortamındaki küçük değişimlere, bir miktar değişerek uyum sağlayabilirler. Ortamdaki büyük değişimler ise o türün azalmasına, yok olmasına veya uyum sağlayabileceği yeni ortamlara göç etmelerine sebep olmaktadır.

19 Temmuz 2013 Cuma

Orta Asya'nın En Eski Kültürleri ve Çin Medeniyeti İle İlişkiler / Prof. Dr. Özkan İzgi

Orta Asya’nın En Eski Kültürleri


Asur dilinde "Doğu Ülkesi” anlamındaki "Assu” kelimesinden gelen Asya kıtasını incelediğimizde coğrafi bakımdan iki husus hemen göze çarpmaktadır. Biri suyun bulunduğu bölgelerde ovalar ve dolayısıyla tarım, diğer tarafta, bozkır yahut hayvancılık. Bu iki husus Asya’da yaşayanların uzun zaman yaşam biçimlerini şekillendirmiştir. Yine bu iki önemli unsura dayalı olarak, göçebelik yahut yarı göçebelik ve yerleşiklik unsurları da karşımıza çıkmaktadır.

Çin’in kuzeyinden, batıda Aral Gölü’ne kadar uzanan bölgeyi, yani Kuzey Asya’yı, Proto Türklerle birlikte Ari ve Proto Moğollar paylaşmışlardır. Kaynaklardaki verilerin azlığı, kimin nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı sorularına net bir cevap bulmamıza mani olmaktadır. Ülkemizde hâlâ İskitlerin bir Proto Türk mü yoksa Hind-Avrupa kökenli mi? olduğu tartışmasının sebebi en iyimser bir tahminle, kaynak kıtlığından ileri geldiğine bağlanabilinir. Her ne olursa olsun, bu kavimlerin birbirleriyle olan yakın ilişkileri ve aynı coğrafyayı paylaşma zorunluluğu zamanla hayat tarzlarında değişiklikler yaratmış ve çeşitli bölgelerde kültürler yaratmışlardır.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Sümerce İle Türk Dilinin Tarihi İlişkisi / Prof. Dr. Gürer Gülsevin

Sümerce, insanlık tarihinin bugün için bilinen en eski yazı dilidir. Milattan önce üç bin yıllarında güney Mezopotamya’da yüksek kültürleri ile yaşamış olan Sümerler, üçüncü bin yılın sonlarına doğru da tarihî ufuklarımızdan kaybolmuşlardır.

Sümerce ile başka diller arasında akrabalık ve kaynak birliği üzerine pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen, şimdiye kadar bunların hiçbiri ispat edilebilmiş değildir. Önceleri Akatça ile bu dilin akrabalığı düşünülmüş, daha sonra Akatçanın Sami dillerine mensup olduğu anlaşılınca, bu fikir kendiliğinden unutulmuştur. Sümerce ile, (birbirinden tamamen farklı olan) Mısır, Çin, Etrüsk, Ural-Altay, Sami gibi dillerin akrabalığını savunan görüşler de inandırıcı tanıklar ortaya koyamamıştır.

14 Temmuz 2013 Pazar

Mezopotamya ve Anadolu Medeniyetleri İle İlişkiler / Prof. Dr. Hüseyin Sever

Zamanımızdan bir yüzyıl öncesine kadar bütün san’atların Fenikeliler tarafından icat edildiği kanaati hâkimdi. Ayrıca dünyanın yaratılışı hakkındaki bilgiler ve insanlık tarihinin başlangıcı da Fenikeliler vasıtasıyla Yunanlılara geçmiş olduğu söylenmekteydi. Mısır hiyeroglif yazısının ve çivi yazısının çözülmesiyle Fenikelilerin de bu şöhreti sona erdi.


Fransız arkeolog Schaffer’in 1929-1939 yılları arasında Lazkiye’nin 12 km. kuzeyinde ve Hatay’ın 40 km. güneyinde bulunan Ras-Şamra höyüğünde yapmış olduğu kazılarda elde ettiği çiviyazılı (tablet) arşivindeki belgelerin Alman bilgini Hans Bauer tarafından 1930 yılında çözümlenmesi sayesinde aydınlığa kavuşmuştur. Bu belgeler Akadca’nın akrabası ve Sami bir lehçe ile Kenan-Subar-Hurri dillerinde yazılmışlardır. Bu belgeler sayesinde Ras-Şamra höyüğünün M.Ö. 1850 tarihinden beri bilinmekte olan Ugarit limanı olduğu da ortaya çıkmıştır. Çivi yazılı belgelerden öğrenildiğine göre Ugarit limanı, Urfa ile Mardin arasındaki bir yerde ve dili Hurrice olup Mitanni devletine bağlı idi. Ugarit bu devirde en önemli ithalat ve ihracat limanlarından birisi idi. Anadolu’dan ve Kıbrıs’tan ithal edilen, kereste, at ve boya çeşitlerinin buradan, Haleb’e, güney Fenike limanlarına ve Mısır’a sevk edildikleri bilinmektedir.1