20 Temmuz 2013 Cumartesi

İç Asya'da Milattan Önceki Binyılda Türklerin Atalarına Atfedilen Kültürler / Prof. Dr. Emel Esin

Umûmî Mülâhazalar


Türkistan’ın kalbinde, bugünkü Kazakistan’ın başkenti Alma-ata’nın doğusunda, Esik (veya Issık) çayı kıyılarında, M.Ö. V.-IV. yüzyıllardan bir mezarda, Kök-Türk (Göktürk) harflerinin arkaik bir şekli ile, Türkçe sanılan bir yazı bulunmuştur.1 Bu keyfiyet, Türk tarihinin sandığımızdan daha çok kadîm devirlerde başlamış olduğu imkânını ortaya çıkardı. Böylece, Türk kültür tarihinin başlangıcını bulmak için Esik devresine ve Eurasia’da ilk yerleşik kültürlerin bitip, atlı çoban yarı-göçebeleri kültürünün başladığı devir sayılan M.Ö. IX.-VIII. yüzyıllara kadar geri gitmemiz gerekiyor. Fakat derhal itirâf edelim ki, erken devirlerdeki araştırmalarımız şüphelerden ârî kalamayacaktır. Yazılı vesîkalar olmayan mezarlarda, Türklerin atalarını diğer ilk atlı göçebelerden ayırt etmek, antropoloji ışığında dahi kolay değildir, çünkü M.Ö. bin yılda bile, İç Asya göçebeleri birbiri ile çok karışık ırklardan müteşekkil bulunuyorlardı. Bugünkü durumda, antropologlar, arkeologlar ve maddî kültür tarihçileri geniş çizgiler ile şöyle bir levha çizmektedirler.2 Doğu Asya’da bugünkü Moğollar, Tibetliler ve Tunguzlara benzeyen ve bu sebepten Mongoloid diyeceğimiz, kısa boylu, kuvvetli yapılı, kimisi geniş, diğerleri dar yüzlü, ezikçe burunlu, çekik gözlü, az kıllı, köseliğe mütemayil boylar yaşıyordu. Fakat Mongoloidler daha M.Ö.’ki bin yılda, batıda, Kama kıyılarına kadar ilerlemişlerdi (Ananin kültürü mensupları, bkz. Böl. 1/5). En kuzey bölgelerde, bugünkü Eskimolara benzeyen, Mongoloid vechede, fakat Mongoloidlerden daha uzun başlı bir ırk yaşıyordu. Bugünkü Avrupalılara benzedikleri için Europeoid diyeceğimiz, bugünkü Europeoidlerden daha geniş yüzlü, fakat onlar gibi uzun başlı, uzun boylu, sarışın bir ırkın merkezi Sibirya’da Kem (Yenisey) ve Ertiş (İrtiş) ırmakları kıyıları idi. Kem bölgesinde, M.Ö. 2000-1200 yılları arasında uzanan Afanasiev ve Andronov kültürleri bu ırka mensup boylarca vücuda getirilmişti. Bunların daha Mongoloid Doğulu ırklarla karışmasından meydana gelen Karasuk kültürüne (M.Ö. 1200-700) mensup boyların, tarihi Türklerden Kırgız ve Kök-Türklerin ataları arasında olduğu bugün galip gelen görüştür. Kuzeydoğuda, mümâsil, fakat daha geniş başlı bir ırk, Baykal gölü çevresine ve bugünkü Doğu Türkistan ile Çin’in kuzeyine kadar uzanıyordu. Tarihî Türklerden Uygurlar gibi muhtelif boyların bunlardan türediği zannedilmektedir. Doğu bölgesinde Europeoid ırk, daha geniş başlı bir veche alıyor ve Mongoloidler ile karışıyordu. Orta Asya’nın Batı ve güney bölgelerinde ise Sümerlilere ve Dravidoidlere (bugünkü Dravid dillerini konuşanlara) benzeyen ve Moorcrof’ta göre bazısı Mongoloid olan insanlar yaşamakta iken, milattan önceki binyılın başında, İranlı-hindli boyları, Orta Asya’ya yayılmış ve eski milletlerin yerini almışlardı. Bugünkü İranlılara benzedikleri için İranoid diyeceğimiz tipte insanlar, Persepolis kabartmalarında, kısa boylu, badem gözlü, büyük gaga burunlu, çok kıllı, kıvırcık sakallı, ve renkli tasvirlerde ise siyah saçlı olarak gözükmektedir. Tarihî Türk devrinden yanî Türkçe yazıların çıktığı çağlardaki mezarlarda, yukarıda anlatılan tiplerin başlıcalarının, muhtelif derecelerde birbirlerine karışık olarak, temsil edilmekte olduğu, Ginzburg ve Trifonov tarafından ifade edilmektedir.

Orta Asya'nın Tarih Öncesi: Alt, Orta ve Üst Yontma Taş Çağı / Prof. Dr. Leonid B. Vishnyatsky

Coğrafik Sınırlar veYerleşimlerin Dağılımı


Araştırılan bölge; batıda Hazar Denizi’nden doğuda Tiyen-Şan’a, kuzeyde İrtiş Nehri ve Güney Ural yamaçlarından, güneyde Pamirler ve Kopet Dağı’na kadar uzanan alanları kaplamaktadır. Burası, çok değişken doğal iklim koşulların olduğu muazzam bir alandır ve onun farklı bölgeleri, farklı jeolojik ve çevresel tarihlere sahiptir. Genel olarak, Orta Asya’nın Geç Senozoik Dönemi, palinolojik renk skalasında açık bir şekilde gösterilen, iklimin artan kuraklığı ile karakterize edilir. Aynı zamanda, hem Pleistosen hem Holosen devirler, ilk insanlar için yeterince uygun olan nispeten daha nemli dönemlere tanıklık etmişlerdir. Holosen’in varlığı, mağaraları ve açık hava yerleşimlerini, işlik yerleri (değişik süreli ve maksatlı) ve atölyeleri kapsayan birçok Yontma Taş Çağı sitleriyle belgelenmektedir. Bu oluşumların bazıları, sadece tek tip taş aletler verirken, diğerleri ise on binlerce etkili buluntularla bilinirler. Sitlerin çoğu, bölgenin güneydoğusundaki dağlık bölümünde yoğunlaşır (Pamirler ve Tiyen-Şan), fakat aynı zamanda batı ve kuzeydeki çöllük alanlarda da Yontma Taş Çağı sitlerinin kesin izleri vardır. Aşağıda, kısaca çok önemli malzemeleri tanımladım ve bölgenin ilk yerleşimcileri ile onların kültürleri hakkında bize anlatılanları dikkate aldım.

Orta Asya'nın Paleocoğrafik Evrimi ve İnsan Topluluklarına Etkisi / Prof. Dr. Mümin Köksoy

1. Coğrafya ve Habitat


Yerküre; üzerinde yaşamın var olduğu bilinen tek gök cismidir. Uzaydaki başka gök cisimlerinde hayatın var olup olmadığı henüz bilinmiyor. Yerküre; üzerinde barındırdığı canlılara ev sahipliği yapıyor, onlara yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan her türlü ortamı sağlıyor. Canlıların yaşamlarını sürdürdükleri bu doğal ortama “habitat” ismi verilmektedir.

Her canlının yaşamasına elverişli doğal yaşam ortamları (habitatları) vardır. Kendi yaşam ortamında canlılar çoğalırlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Canlılar, yaşam ortamındaki küçük değişimlere, bir miktar değişerek uyum sağlayabilirler. Ortamdaki büyük değişimler ise o türün azalmasına, yok olmasına veya uyum sağlayabileceği yeni ortamlara göç etmelerine sebep olmaktadır.

19 Temmuz 2013 Cuma

Orta Asya'nın En Eski Kültürleri ve Çin Medeniyeti İle İlişkiler / Prof. Dr. Özkan İzgi

Orta Asya’nın En Eski Kültürleri


Asur dilinde "Doğu Ülkesi” anlamındaki "Assu” kelimesinden gelen Asya kıtasını incelediğimizde coğrafi bakımdan iki husus hemen göze çarpmaktadır. Biri suyun bulunduğu bölgelerde ovalar ve dolayısıyla tarım, diğer tarafta, bozkır yahut hayvancılık. Bu iki husus Asya’da yaşayanların uzun zaman yaşam biçimlerini şekillendirmiştir. Yine bu iki önemli unsura dayalı olarak, göçebelik yahut yarı göçebelik ve yerleşiklik unsurları da karşımıza çıkmaktadır.

Çin’in kuzeyinden, batıda Aral Gölü’ne kadar uzanan bölgeyi, yani Kuzey Asya’yı, Proto Türklerle birlikte Ari ve Proto Moğollar paylaşmışlardır. Kaynaklardaki verilerin azlığı, kimin nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı sorularına net bir cevap bulmamıza mani olmaktadır. Ülkemizde hâlâ İskitlerin bir Proto Türk mü yoksa Hind-Avrupa kökenli mi? olduğu tartışmasının sebebi en iyimser bir tahminle, kaynak kıtlığından ileri geldiğine bağlanabilinir. Her ne olursa olsun, bu kavimlerin birbirleriyle olan yakın ilişkileri ve aynı coğrafyayı paylaşma zorunluluğu zamanla hayat tarzlarında değişiklikler yaratmış ve çeşitli bölgelerde kültürler yaratmışlardır.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Sümerce İle Türk Dilinin Tarihi İlişkisi / Prof. Dr. Gürer Gülsevin

Sümerce, insanlık tarihinin bugün için bilinen en eski yazı dilidir. Milattan önce üç bin yıllarında güney Mezopotamya’da yüksek kültürleri ile yaşamış olan Sümerler, üçüncü bin yılın sonlarına doğru da tarihî ufuklarımızdan kaybolmuşlardır.

Sümerce ile başka diller arasında akrabalık ve kaynak birliği üzerine pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen, şimdiye kadar bunların hiçbiri ispat edilebilmiş değildir. Önceleri Akatça ile bu dilin akrabalığı düşünülmüş, daha sonra Akatçanın Sami dillerine mensup olduğu anlaşılınca, bu fikir kendiliğinden unutulmuştur. Sümerce ile, (birbirinden tamamen farklı olan) Mısır, Çin, Etrüsk, Ural-Altay, Sami gibi dillerin akrabalığını savunan görüşler de inandırıcı tanıklar ortaya koyamamıştır.