16 Mart 2013 Cumartesi

Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz'in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya'daki Eski Türkler / Prof. Dr. Mir Fatih Zekiyev

Geleneksel Türkolojide eski Türkilerin yerleşim alanı sadece Orta Asya ve Altay bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Daha önceleri güya sadece İrani dilli kavimlerin yaşadığı Orta, Ön ve Küçük Asya, Kafkas, Karadeniz’in kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya bölgelerine ilk Türkiler milattan sonra IV-XI. yüzyılları arasında geldikleri sanılmaktadır. Bu makalede somut verilere dayanılarak eski Türki dilli yerleşim alanların sözkonusu bölgelerde de mevcut olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.

15 Mart 2013 Cuma

Türk Tarih Tezleri / Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan

Cumhuriyet Devri

Atatürk, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması için direktif verdiğinde (1932) şu hususların üzerinde durulmasını istemişti:1

1-    Türklerin İslamiyet sonrasındaki tarihleri bir hayli araştırılmış ve okutulmuş olmasına rağmen, daha önceki devirlerin tarihi karanlıkta kalmıştır. Ağırlık bu çağlar üzerinde olmalıdır;

2-    Türklerin medeniyete katkılarını Batı inkâr etmiş, Türklerin imajını daha çok savaşçı ve hatta "barbar” olarak işlemiştir. İlk medeniyetlerde (Sümer, Elam, Etrüsk gibi) ve İslâm Medeniyetinde ise Semitik ve Aryen (Hint-Avrupa) kavimlerine pay verilmiş, Türkler yok farz edilmiştir. Türklerin o çağlardaki rolü de belirtilmelidir;

3-    Türklerin anayurdunun Orta Asya olduğu ve o coğrafyada bugün de Türklerin yaşadığı anlatılmalıdır;

4-    Türklerin ırkî yapıları ve brakisefal kafatasının özellik olarak önemi:2

1 Şubat 2013 Cuma

İç Avrasya ve Türkçe Konuşan Halkların Tarihleri / Doç. Dr. David Christian

Türkçe konuşan halkların tarihi Moğolistan’dan Akdeniz’e uzanan geniş bir bölgede oluşmuştur.1 Bu geniş doğal ortamın ekolojisi ve coğrafyası Türk tarihini nasıl şekillendirmiştir?

Bu makalede, Türkçe konuşan halkların siyasi tarihlerinin önemli genel özelliklerini aydınlatmak için bu toprakları tanımlama konusunda bir yol önereceğim. Bu tarihin önemli bir bölümü büyük Avrasya kara parçasının "İç Avrasya” ve "Dış Avrasya” olarak isimlendirdiğim iki belirli bölgesinde yaşanmıştır. Birçok farklı Türkçe konuşan halkın tarihi İç Asya ve Dış Asya’nın belirgin doğalarıyla ve bu iki bölge arasındaki sınır toprakları arasında yaşamanın tarihi deneyimiyle şekillenmiştir. Tabii ki, bu oldukça basitleştirilmiş bir modeldir. Ancak bir karikatür unsuru taşısa da, bu yaklaşık iki bin yıllık Türk tarihinin uzun dönemdeki görünümü konusunda yararlı bir düşünce şekli olabilir.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Ural-Altay ve Altay Dil Teorisi / Doç. Dr. Emine Yılmaz - Doç. Dr. Nurettin Demir

Giriş

Türkçenin hangi dillerle akraba olabileceği meselesi bilim adamlarını uzun zamandır meşgul etmektedir. Bu süre içerisinde, Türkçenin hiç bir dille akrabalığı olmadığı görüşünden, bazı kızılderili dilleri, Sümerce, Etrüskçe, Hint-Avrupa gibi dillerle akraba olabileceği ve hatta bütün dillerin Türkçeden kaynaklandığına varıncaya dek pek çok farklı görüş ileri sürülmüştür. Bunların en fazla üzerinde durulan ve kabul göreni Türkçeyi önce Ural-Altay ve daha sonra Altay dil ailesi içinde ele alan görüştür. Aşağıda son sözü edilen dil aileleriyle ilgili tartışmalar kısaca ele alınacaktır.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Ortaçağ Orta Asyası'nda Türkistan ve Turan / Yrd. Doç. Dr. Scott Levi

Orta Asya tabiri bugün, (batı Çin’in Doğu Türkistan bölgesi ile Kuzey Afganistan’ın büyük bir kısmı ve Güney Sibirya’nın genişçe bir bölümü), genel olarak eski Sovyet cumhuriyetlerinden olan Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ın oluşturduğu bölgeyi belirtmek için kullanılmaktadır. Bu genel, hatta gündelik tabir özellikle 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve yukarıda adı geçen Müslüman cumhuriyetlerin de buna bağlı olarak elde ettikleri bağımsızlıktan bu yana geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilme avantajı sağlamaktadır. Orta Asya tabiri "Doğu Asya”, "Güney Asya”, ve "Batı Asya” gibi başka tanıdık modern coğrafi tanımlar bağlamında bölgeyi yerleştirme avantajını da beraberinde getirmekte. Ne var ki, en azından tarihi tartışmalar açısından, Orta Asya’nın modern jeopolitik bir kavram haline getirilmesi çeşitli olumsuzluklar içermiyor da değildir. Bugün kullanıldığı şekliyle, bu tabir 1920’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin ‘cumhuriyetlerin büyük sınırlandırılması’ süresi boyunca bölgede belirlenmiş olan sınırlarla çepeçevre sarılmış alana da işaret etmektedir ve bölgenin eski kültürel ve siyasi sınırlarını artık yansıtmamaktadır. Bu şekilde, tarihi tartışmalardaki kesinliğini son derece dikkat çekici bir biçimde koparıp atan modern siyasi, kültürel ve coğrafi imaları gündeme getirmektedir.